Markaların yeni trendi “Biyofili” olmalı

/ / Manifesto Akademi

Önceki yazılarımda sürdürülebilirlik ve yeşil konularını ele almıştım. Hayati önem taşıdığını düşündüğüm bu tarz konular üzerinden de devam etmek istiyorum. Yeşil, sürdürülebilirlik, geri dönüşüm, karbon ayak izi derken, geçen gün gazete okurken karşılaştığım ve henüz hayatımıza çok girmemiş bir konu daha dikkatimi çekti. Biyofili.. !

Biyofili, yaşama ve yaşayan tüm canlılara, sistemlere karşı duyulan sevgi anlamına geliyor. ilk kez Erich Fromm’ın kullandığı terim, nekrofili tanımının tam tersi olarak ortaya konmuştur. Erich Dromm, “Biyofili, canlı ve yaşamsal olan şeyler tarafından cezbedilme yolundaki psikolojik saplantıdır.” der. Biyofiliyi ikinci olarak ise Edward Wilson ele almış ve “İnsan varoluşunun bilinçaltından hayatını devam ettirme ve yaşamsal bağlantılar kurma çabası” ile ilişkilendirmiştir. Bu kavram son senelerde hem mimaride hem de yaşamımızın her alanında karşımıza sıkça çıkmaya başlıyor. Biyofili adıyla olmasa da sürdürülebilir, yaşanılabilir alanlar, hybrid araçlar, yeşil binalar, yeşil tasarımlar, geri dönüşümlü kıyafetler, eşyalar ve hatta yeşil yiyecek – içecekler olarak kurumsal ve profesyonel hayatımızda sıkça görüyor ve duyuyoruz. Aslında bu konu, her ne kadar tam anlamıyla anlaşılmamış olsa da, hayatımıza “yeşil” adı altında her şekliyle yavaş yavaş girmeye başlıyor.

Uzun bir süredir pek çok ulusal ve uluslararası firma sürdürülebilirlik ile ilgili çalışmalar uyguluyor ya da uygulatıyor. Pek çok marka ile birlikte her geçen gün inşaat ve mimari tarafında da farklı çalışmalar ortaya çıkıyor. Bu çalışmalardan bir kısmına yeşil tasarım, yeşil mimari bir kısmına da biyofilik tasarım deniyor. Biyofilik tasarımın amacı ise çalışanların daha verimli olacağı ofis ortamları, çocukların daha başarılı olacağı okullar, insanların daha hızlı iyileşebileceği hastanelerin yaratılması gibi önemli konuları kapsıyor.

Markalar gerçekleştirdikleri yeşil odaklı çalışmalarını PR şirketleri ve iletişim ajansları sayesinde toplum ile bütünleştirmeye ve yaşadığımız alanları daha yaşanılabilir kılmaya çalışırken, bir yandan da aslında kendilerini ve tüketiciyi bu yönde eğitiyor. Son yıllarda ise pek çok yaşam alanı ve plaza planlamasında, alanların içerisine yeşil bahçeler, yürüyüş alanları tasarlanıyor. Özellikle ofis plazalarda karşımıza çıkmaya başlayan bu yeni tasarım trendi ile biyofilinin yavaş yavaş hayatımıza girmeye başladığını görüyoruz. Tam da bu nokta da biyofiliyi anlatma, tanıtma konusunda ve toplum olarak daha çok biyofilik tasarım ile bütünleşebilmek amacıyla, iletişim ajanslarına, markaların kurumsal iletişim departmanlarına ve medyaya büyük bir iş düşüyor.

Tasarım uzmanı Bill Finnegan ve Stephen Kellert’e göre, çevreye duyarlı iç tasarımlar, insanların çalışırken bile doğa ile ilişkilerini olumlu yönde etkileyebiliyor. Biyofili hakkında detaylı bilgi sahibi olmak için Finnegan ve Kellert imzalı “Biyofilik Tasarımın Mimarisi” belgeselini de izlemenizi tavsiye ederim. Birkaç yıla kadar ise markaların biyofiliyi benimseyerek, biyofilik bir patlamaya da sebep olacağını düşünüyorum.