İlk Soru

/ / Manifesto Akademi

İnsanın kendisine sorduğu ilk soru “ben kimim” sorusudur. “Ben kimim ve nasıl var oldum? Neden var oldum? Doğa ve evren nasıl ve neden oluştu?” İlk sorular “neden” ve “nasıl” sorgulamasıyla başlamıştır. İnsan zihni ve algılayışı geliştikçe bu tarz soruları ve sorgulamaları da bir o kadar çeşitlilik göstermiş ve çoğalmıştır.

Hakikat, insanın yaşama dair neden ve nasıl sorularına ve sorgulamalarına verdiği cevaplar bütünüdür. Özgürlük özlemlerine uyumlu ve uygun olarak inşa ettiği yaşam biçimidir. Hakikati insanın özgürlük arayışlarından ve özlemlerinden bağımsız ele almak mümkün değildir. İki olgu da birbirini koşullamaktadır. İnsanın hakikat arayışı aynı zamanda insanın ve insan toplumunun özgürlük arayışıdır. Bu noktada insanın aklına takılan ilk sorulardan biri şu oluyor; hakikat arayışı insan oluştuğundan beri mi var yoksa toplumsal tarihin belli bir zamanından sonra mı başlıyor?
Özgürlük, varoluşun-oluşumun doğasında vardır. Varolmak, oluşmak bir özgürlük eğilimidir. Varlaşmayı-oluşumu, oluşmak isteyen-oluşan varlık yapısının özgürlük eğiliminden bağımsız ele alabilir miyiz? Mümkün değil. Bir varlık bir varoluş yapısından diğerine değişim geçirirken özünde daha fazla özgürleşmek istemektedir. İçinde olduğu kabuk artık onu sıkmaktadır. Değişerek, dönüşerek, çeşitlenerek farklılaşma ve çoğalma istemi, ihtiyacı duymaktadır. Varlığın ve oluşumun doğası çoğalmayı, çeşitlenmeyi gerektirmektedir. Bu oluşum sürecini sağlayan enerji akışına özgürlük ve hakikat arayışı demek mümkündür. Evrendeki ve doğadaki tüm canlılar açısından bu akış, ortak bir özelliktir ancak insan toplumu, doğanın en gelişmiş varoluşu olarak özgün olarak da çok sayıda özellik taşımaktadır.

Özgürlük eğilimi
Doğanın özgürlük eğilimi en çarpıcı ifadesini insan oluşumunda bulmaktadır. Özgür Bilgenin ifadesi ile gerçekten ‘’doğa sanki merakını yenmek için insanı yaratmıştır’’ İnsan tüm doğa adına varoluşu sorgulamakta ve hakikate doğru iz sürmektedir. Toplumsallık insanın hakikate iz sürüşünün en anlamlı ve en değerli tarihi zamanlarındandır. Komünal, demokratik, ahlaki ve politik değerler etrafında oluşan toplumsallık, en büyük anlamını ve değerini on bin yıla yaklaşan bir tarihsel dönemde bu değerleri hakim kültür haline getirmesinden almaktadır. Toplumsallığın büyük anlamı tarihin bu uzun zaman diliminde insan ve toplumu için tüm yaşamsal koşulları ve imkanları yaratmış olmasında yatmaktadır. Toplumsallığın büyük bir anlam taşıması bir de evreni dolduran, yaşamı güzelleştiren ve zenginleştiren tüm canlı oluşumların yapısını ve mirasını onurluca temsil etme yeteneğini göstermesindedir. İnsan doğasına uygun kurulan bu ilk yaşam biçimi, hakikatin somutta vücut bulmasıdır.

Hakikat soyut mudur?
Hakikati soyut arayışlar biçiminde düşünmek yanlıştır. Hakikat, özgür yaşam arayışı olduğu kadar bu arayışın yaşam bulmuş halidir de. Somut yaşamdan kopuk bir hakikat tanımlaması tam olarak hakikati tanımlayamaz. Yaşamdan kopuk bir hakikat olamaz. Ama insan, kendi doğasına uygun yaşamlar da kursa daha iyisini ve güzelini oluşturma arayışında olacaktır. Bu anlamda hakikatin dayandığı keskin bir sınır veya durak yoktur.
İnsan, doğasına uygun yaşadığı sürece hakikat, insan yaşamının özünü oluşturur. Yaşamın iyi, güzel, özgür, huzurlu, anlamlı oluşu insanın ve insan toplumunun kendi doğasına uygun yaşamasıyla bağlantılıdır. İnsanlık yaklaşık olarak 10 bin yıl kadın eksenli yaşamda hakikat içinde yaşamıştır. İnsanlığın hakikatini kaybetmesi doğasından uzaklaşmasıyla birlikte gelişmiştir. İnsan kendisine ve toplumuna ne kadar yabancılaşmış ve uzaklaşmışsa o oranda da hakikatten uzaklaşmıştır. Hakikatini yitirmiştir. İnsanın hakikatini yitirmesi hakikate ulaşmada kullanılacak yöntemleri gündeme getirmiştir. İnsanlık tarihinde gündeme giren yöntem sorunu ilk olarak hakikatin kaybedilişiyle ortaya çıkmıştır. Öncesinde böyle bir sorun yoktur.

Kaybediş
Peki, insan ne zaman özünü yitirdi? Yitirilen öz nasıl oldu da hakikat yitimine yol açtı? İnsanlık özünü iktidar arayışı ile yitirdi. Ne zaman ki küçük insan grupları, toplum üzerinde tahakküm kurma arayışına girdi işte o zaman insanlık da hakikatini adım adım yitirmeye başladı. Hakikatin panzehiri iktidardı. İktidar hakikatin inkarı üzerinden gelişti. İktidar arayışı insanın kendisine en büyük ihanetiydi.
İktidar bir zorunluluk muydu? Hayır! İnsan toplumu on bin yıl boyunca iktidar olmadan huzur ve büyük bir anlam içinde yaşadı. İktidara, ezmeye, sömürmeye ve köleleştirmeye ihtiyaç duymadan yaşadı. İnsan toplumu, iktidar ve bu iktidarın yaşam bulmuş biçimi olan zulüm sistemine ihtiyaç duymadan binlerce yıl özgürlük içinde tüm insanlığa yetecek değerler yaratarak yaşadı.
Hakikat arayışında çeşitli yöntemlerin belirdiği süreç iktidarcı-hiyerarşik sistemin kuruluşuyla birlikte başlamaktadır. Daha da somutlaştırırsak devletçi Sümer uygarlığı bu tarz bir arayışın başlangıcını oluşturmaktadır. Bu tarihten sonra artık on bin yıllık ana kadın eksenli doğal toplum yaşamı ve hakikat sistemi, erkek egemenliğinin iktidar sistemiyle birlikte tarih sahnesinden adım adım silinmektedir. Hakikat sisteminin yıkılışı bin yıllara yayılan çok kanlı bir savaş ve kadının direniş sürecine dayansa da hakimiyet gittikçe erkek egemenlikli iktidar sistemine kaymaktadır. Hakikat rejiminin yaratıcısı kadın ise tarihin en silik ve anlamsız nesnesine dönüşmektedir. Kadın eksenli kültürün ve sistemin yenilgisi hakikatin yenilgisi anlamına gelmektedir.

Derin çelişki
Erkek egemenlikli devletçi hiyerarşik sistem tarafından kadın eksenli hakikat sistemi yenilgiye uğratılsa da zayıflasa da varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Toplumsal direniş ve mücadele belli oranda hakikati korumayı bilmiştir. Bu direnişler toplumun tarihsel hafızasını canlı tutmuş ve yitirilen hakikati kazanmanın umudunu, ideasını sürekli kılmıştır. Hakikat arayışı her dönem kendi koşulları içinde farklı bir biçime bürünmüştür. Bir dönem ismi mitoloji olmuş, bir dönem din, bir dönem felsefe, bir dönem bilim olmuştur. Her bir biçim de hakikatini kaybeden insanın hakikate ulaşmada geliştirdiği yol ve yöntem değeri taşımıştır. Hakikate ulaşma yöntemleri sadece bu yöntemlerle de sınırlı kalmamıştır. Sayısızca yöntem geliştirilmiş ancak en etkili ve sonuç alıcı yöntemler olarak geriye bu dört temel yöntem anılır olmuştur.
Hakikati açıklama yöntemlerinin hakikati anlamada önemli katkıları olmuştur. Ancak hakim iktidar güçlerinin denetimi altına girdikleri noktada insan toplumuna ve doğaya en büyük zararı vermişlerdir. Bu bilme yöntemleri bilgiyi egemenlerin denetimine koyarak iktidar ve sömürü sistemini-rejimini çok etkili bir biçimde beslemişlerdir. Başlangıçta amaç iktidar sistemine hizmet olmasa da egemenin kontrolüne girmekle birlikte esas amaca ters düşülmüştür. Bu noktadan sonra rolleri artık hakikate ulaşma değil, iktidarı güçlendirme olmuştur. Tarihin en büyük trajedilerinden biri de bu olsa gerek. Hareket noktası ile ulaşılan nokta arasındaki derin çelişki!

‘’İnsanlığın geçmişi her zaman daha gerçektir’’

Söylence, efsane olarak nitelendirilen mitoloji, gerçeği açıklamada kullanılan en uzun süreli yöntemlerden biridir. Ara dönemi kapsadığı için ana kadın eksenli hakikat sisteminin anıları oldukça canlıdır. Hakikat sistemi ile iktidarcı sistem arasında kıyasıya bir savaş yaşanmaktadır. Tanrıça İnanna ve Tanrı Enki, Tanrı Marduk ve Tanrıça Tiamat, Tanrıça İsis ve Tanrı Osiris, Tanrı Zeus ve Tanrıça Artemis savaşını anlatan mitoslar kendi dönemlerinin en iyi hakikat açıklayıcı söylenceleridir. Bu söylencelerde örtük de olsa hakikati görmek daha fazla mümkündür. Özgür Bilgenin ‘’İnsanlığın geçmişi her zaman daha gerçektir’’ sözü adeta bu süreçlerin karakterini anlatır gibidir. Söylenceler erkek egemen sistemin gelişim seyrine paralel olarak biçim değiştirir. Zaman ilerledikçe söylencelerde kadın silikleşir, toplumun öz dinamikleri, ahlaki ve politik değer yargıları darbe yer ve gittikçe yerini korkutucu, zalim ve mutlak tanrılara bırakır. Artık söylenceler tanrıların sınırsız tahakküm güçlerini simgeleyen imgelerle doludur. Zaman, Tanrıçanın ekseninde oluşan hakikat değerlerinin anlamını yitirdiğini, zalim ve zorba tanrıların çalmaya dayalı birikimlerinin yeni sistemin hakikat değerleri haline geldiğini göstermektedir.