Kimse Whatsapp üzerinden evlenme teklifi almak istemez. Kimse Twitter’a burnunu eğri gösteren fotoğrafını koymak istemez. Ve kimse paylaşacağı bir yazıyı en saçma halleri ile paylaşmak istemez. Kimse Cumartesi gecesi evde cips yerken check-in olmaz.
Kendi kendimizin editörü olduk. Kendi hayatlarımızın ‘’marketer’’ı yız.
Etrafımızda tüm kurumların, markaların mesajlarını da hem bir alıcı hem de editoryal süreçten geçiren bireyler gibi inceler olduk. Artık bir markanın sosyal medyada seed ettikçe ettiği bir viral kampanyayı sevmedik mi sevmiyoruz. Zorlamayla da olmuyor. Bu noktada sosyal medya ajansları, arenada dövüşen marka sayısı çoğaldıkça baştan çıkarıcılıktan vazgeçip ikna etmeye odaklandıklarını kabul etmeli. ( Buraya tıkla ve tavşanı takip et, tavşanı gördükten sonra havuç’un iyisini seç, tavşanı göz muayenesine götür, gözlük camını köşedeki optikçide yaptır. Bingo! Gözlük kazandın! Sıkıcı mesai saatlerinde arkadaşlarının da sıkılıp dolaştığı Facebook sayfasında, havucun faydalarını paylaşmak zorundasın. Belki arkadaşların da biraz zaman öldürmek ister.)
Ama bazı baştan çıkarıcıların olduğunu kabul etmek gerek. Zekanın baştan çıkarıcılığının farkında olan markalar ve kurumlar. Oreo’nun beni her zaman eğlendiren Twitter sayfası genel bir örnekken, geçtiğimiz haftalarda beni kazanan başka bir Twitter hesabını yazmak istedim. Beni değil, Twitter’da olan herkesi kazandı. Bu konuyu bir daire çizerek ayırıyorum. Birazdan bu noktada hikayeme devam edeceğim. Ama önce, biraz daha önceye gideceğim.
Baudrillard, gerçekliği düzenlenmiş senaryolar halinde sunmayı, bunu istenir kılmayı aslında kısaca şöyle özetler; ‘’Her şeyi yapabilirsiniz. Tek yapmanız gereken kaynağa, aygıtın ve kodunun anlık sıralamasına karşı doğru cevabı verebileceği açıdan, doğru anda ve ruh halinde yaklaşmaktır. Bu aynı, bir çatışmanın ya da tiyatro oyunun, soru cevaba çevrildiği bir nevi halk oylaması gibidir. Kalırsınız, ya da gidersiniz. Bauddrilard, tabii ki burada Twitter’dan bahsetmemişti. Ama karşısına geçip kendisine bir hesap alsaydınız, sanırım tweetlerini bu gerçeği bilerek atardı.
Doğru mesajın doğru yerde verilmesi meselesi, zannettiğimizden de önemli. Bu yüzden mesajı alan tarafın düşüncelerini iyi tahlil etmemiz gerekiyor. Yine Kitle İletişim Kuramlarında Ünsal Oskay’ın da belirttiği gibi düşünceyi; hisler, hisleri oluşturan ihtiyaçlar ve ihtiyaçları oluşturan duyumsal, sezgisel faktörler belirliyor. Daha da özüne inersek, daha sonradan öğrendiğimiz dilimiz, toplumsal hafızayı da beraberinde getirdiği gibi, mesaj karşısındaki düşüncenizi de direkt olarak etkiliyor. Yani, hisler düşüncelere, bilinç ise her ikisine hizmet ederken, her mesaj hakkında yeni bir duygulanım yaşıyoruz. Peki, anlık mesajlar bize bunu ne kadar yaşatıyor? ( mesaj derken aklınıza tüm reklamları, kısa bültenleri, görselleri, metinleri, TV Showlarını, ana haber bültenlerinin son haberlerini getirebilirsiniz.)
Yani mesele, konuştuğun kitleyi çok iyi tanımak. Burada biz yarı İngilizce yarı Türkçe konuşan meslektaşlar ‘’ınsisght’’ kelimesini yerleştirmeyi çok severiz. Yani İçgörü. Tüm yukarıda belirttiğim faktörleri biliyor, anlıyor, hesaplıyor olmalı ve buna göre mesajınızı bırakmalısınız. Mesajınızı bıraktığınızda, geri alacağınız reaksiyonun mutlaka ‘’olumlu’’ olması gerek. Konuşulması gerek. Mesajı aldığınız platformun ötesine geçmesi gerek.
Ve tüm bu faktörleri birleştiren pazarlamacılar, baktıkları noktadan; denizin dibindeki mercan resifini görüyorlar.
Peki ben neden uzun uzun bunları yazıyorum. Çünkü geçtiğimiz haftalarda Twitter 5. Yaşına girdi. Twitter, ustaca yamadığı hashtag’i ile; doğum gününü kutladı. Tüm markalardan sıyrılan tek bir mesaj, tüm insightları topladı.
İnsanların kahkahalarla gülmesine sebep olan bu tweet, CIA’nin resmi Twitter hesabından atıldı. Twitter’a girdiği günden beri eğlenceli tweetler atan CIA, çok kısa bir sürede 700 bin takipçi toplamayı başardı.
PR Week’te bugün tarihiyle yer alan haberde CIA’nin ‘nin Ulusal Güvenlik İletişim Müdürü Bob Bear, tweet ile ilgili yaptığı açıklamada ‘’old school’’ bir yönetici olmadığını belirtiyor ve ekliyor; Bence tüm istihbarat ajansları, bu mecrayı haberlerini yayınlamak üzere kullanmamalı. İşimiz ‘’gizlilik’’ ile ilgili ve bilirsiniz, mizah bunu gizlemek için en güçlü takım elbisedir.
Sanırım birileri, izleyicilerini çok iyi tanıyor.
Bize de her tweet’te marka adının geçmesini şart koyan Pazarlamacıların bu durumu fark etmelerini dilemek kalıyor. Ve bunu fark ettirmek için elinden gelen tüm imkanları kullanan İletişim Ajanslarına sahip olmak.